30 Kasım 2012 Cuma

Flüor (F)


Flüor (F)


Flüor, toprakta kalsiyum flüorür (CaF2) halinde bulunur ve sularla bitkilere geçer. Flüor, günlük diyette 1 mg’dan az bulunur.

Flüor, ince bağırsaklardan emilir. Flüor, vücutta kemik ve dişlerde flüorürlü apatitler [3Ca3(PO4)2⋅CaF2)] halinde toplanır ve fazlası idrarla atılır.


Flüorun vücuttaki etkileri tam bilinmemektedir; ancak fazla miktarının zehirli olduğu kesindir. Flüor, hücre kalsiyumunu bağlar ve enzim aktivatörü magnezyum ile ayrılmaz bileşikler yapar. Flüor, in vitro enzim sistemi zehiri olarak kullanılır.
Dişlerin geliştiği yaşlarda litresinde 1,5 mg’ın üzerinde flüorür içeren suları içenlerde dişler bozuk ve lekeli olur. Litresinde 0,9-1,5 mg suların içildiği bölgelerde diş çürüğü oluşumununen aşağı derecede olduğu gözlenmiştir. Dişlerin gelişmesinden sonra alınan flüorürlerin etkisinin olmadığı görülmektedir.


Endüstri merkezlerinde çevrenin flüorlu artık materyalle bulaşmasında, flüordan zengin besin ve maddelerin alınmasında flüorozis denen flüor zehirlenmesi görülür. 10 ppm (10 mg/L)’den fazla flüor içeren su içen hayvanlarda flüorozis gelişebilir. Flüorozisli hayvanlarda, dişlerde lekeler, aşınma ve yumuşama, horizontal sarı-kahverengi çizgiler, aralıklı topallık, artroz, mental gerilik, inatçı ishal, deride sertleşme ve kıllarda kabalaşma görülür ve ömür kısalır.


Ülkemizde Doğu Anadolu Bölgesindeki Ağrı ve Van ilçe ve köylerinde flüorozis görülmektedir. Bu yöre, Tendürek dağı’nın kuzey ve güney yamaçlarında volkanik arazi üzerinde bulunmaktadır; doğal su kaynakları bu yörede çok olup flüordan zengindirler. Yüksek flüorür dozu, serbest flüorür iyonlarının artmasına, kalsiyum iyonlarının kemik ve dişlerden mobilize olmalarına neden olmaktadır.

Etiketler: , , , , ,

25 Kasım 2012 Pazar

Potasyum (K)


Potasyum (K)


Potasyum, günlük diyette 4 g kadar bulunur. Önemli potasyum kaynakları; dana ve sığır eti, tavuk eti, sığır karaciğeri, kuru kayısı ve şeftali, muz, portakal, patates ve lahanadır.
Diyetle alınan potasyum, ince bağırsaktan emildikten sonra plazmaya ve oradan da dokulara geçer. Potasyum için beyin ve eritrositler sabit, kaslar ve karaciğer ise yenilenen kaynaklara sahiptirler.

Potasyum, vücutta özellikle hücre içinde bulunur; intrasellülerin temel katyonudur. Potasyum, hücre membranından dışarıya çok yavaş diffüze olmasına karşın, Na+/K+ATPaz’ın sağladığı enerji ile, konsantrasyon gradientine karşı intrasellülere taşınır. Erişkin sağlıklı bir insanda serum potasyum düzeyinin normal değeri 3,5-5,1 mEq/L kadardır; potasyumun eritrositteki konsantrasyonu, plazmadakinin 23 misli kadardır.
Serum potasyum konsantrasyonu, atlarda 3,6±1,2 mEq/L, sığırlarda 5,0±0,5 mEq/L, koyunlarda 4,6±0,7 mEq/L, domuzlarda 6,0±0,5 mEq/L, köpeklerde 4,1±0,3 mEq/L, kedilerde 4,3±0,2 mEq/L kadardır.

Potasyum vücuttan başlıca böbrekler yoluyla atılır. Potasyum, glomerüllerden filtre olur. Glomerüler filtrattaki potasyum, proksimal tüplerde geri emilime uğrar; distal tüplerden idrara potasyum sekresyonu olur. Distal tüplerden potasyumun idrara sekresyonunu düzenleyen faktörler arasında, alınan Na ve K’un miktarı, distal tüplerde K’un akış hızı, aldosteronun plazma düzeyi ve asit-baz dengesi sayılabilir. Erişkin sağlıklı bir insanda idrar potasyum düzeyinin normal değeri 8-54 mEq/gün kadardır. Potasyumun ciltten atılımı sodyuma oranla kısıtlıdır; gastrointestinal atılım ise önemsizdir.


Potasyumun işlevleri


1) Potasyum, sodyumun ekstrasellülerdeki işlevlerini intrasellülerde üstlenir; intrasellülerde ozmotik basınca ve asit-baz dengesinin sağlanmasına katkıda bulunur. Potasyumun plazma ozmotik basıncına katkısı azdır.
2) Potasyum, intrasellülerde ribozom biyosentezi, fosforilasyonlar gibi metabolik işlevler için gereklidir.
3) Potasyum, glikolitik yolda görevli pirüvat kinazı aktifleyen bir katyondur.
4) Potasyum, sinir sistemi ile yakından ilişkilidir; sinir impulslarının transmisyonunda rol oynar. Potasyum, ayrıca kas-sinir uyarılmasında rol oynar; kas-sinir uyarı denkleminin pay kısmında yer alır.5) Potasyum, ekstrasellülerde kas aktivitesi ve özellikle kardiyak aktivite açısından önem taşır. Plazmada potasyum konsantrasyonunun çok azaldığı durumlarda çizgili kaslarda felçler ve kalp kasında bozukluklar görülebilir; plazmada potasyum konsantrasyonunun çok arttığı durumlarda ise tetani görülebilir.
6) Potasyumun doku hücrelerinin fazlalaşmasını sağlayıcı etkisi vardır.
7) Potasyumun diüretik etkisi vardır.

Etiketler: , , , ,

23 Kasım 2012 Cuma

24 Kasım Öğretmenler Günü


24 Kasım Öğretmenler Günü





gencveteriner.com

Hipokalsemi - Doğum Felci


Hipokalsemi - Doğum Felci


Etiyoloji
Çoğunlukla doğum sonrası veya doğum sırasında veya doğumdan önce meydana gelen bir hastalıktır. Hastalığın temel nedeni, doğumla birlikte süt üretiminin başlaması ve sütün üretimi için gerekli olan Ca’un kandan fazlaca emilmesi ve kan Ca seviyesinin azalmasıdır. Hastalık ineklerde doğum felciköpeklerde ise eklempsiya adını alır.

Semptomlar
Hayvanlarda genel olarak ayağa kalkamama, ayaklarında kısmi felç, idrar ve defekasyonun durması, başını kaburgalar üzerine yaslama(otooskultasyon) ileri aşamalarda vücut ısısının düşmesi, kalp seslerinin uzaktan ve yüzlek alınması başlıca semptomlarıdır.

Ayırıcı Tanı
Hastalığın tanısı ve ayırıcı tanısı, hayvanın tedaviye verdiği cevaba göre yapılır. Çünkü hayvana bir an önce müdahale etmek gerekir. Laboratuar muayenesi için vakit yoktur.

Sağaltım
%20-25’lik Ca tuzundan 400-600cc i.v. olarak uygulanır. Ayrıca nüksleri önlemek için deri altı Ca çözeltisinden uygulanmalıdır. Bunun yanında D vitamini enjeksiyonları, nöroleptikler de uygulanmalıdır.

Etiketler: , , ,

Hipomagnezemi


Hipomagnezemi 


Etiyoloji
Hayvanlarda değişik isimler altında değişik hastalıklara sebep olur. Yüksek süt verimli ineklerde görülen, yeşil taze çayır otlarının verilmesi sonucu oluşan laktasyon(çayır) tetanisiileri gebe ineklerin, koyunların, besi danalarının ve kuzuların sıkışık vagon veya kamyonlarda uzun süre taşınmasından sonra ortaya çıkan transport tetanisi, buzağılarda Mg yetmezliğine bağlı olarak ortaya çıkan, ineklerdeki laktasyon tetanisine benzeyen buzağılarda hipomagnezemik tetani  başlıca hayvanlarda görülen hipomagnezemi çeşitleridir. 

Semptomlar
Bütün hipomagnezemi olgularında benzer semptomlar gözlenir. Hipomagnezemide başlıca semptomlar; tetani, opistotonus, yere düşme, konvülziyon, kaslarda titreme, kulakların dikleşmesidir.
Magnezyum eksikliği civcivlerde gelişme geriliğine sebep olur. 

Ayırıcı Tanı
Kurşun zehirlenmesiyle karışır. Ancak kurşun zehirlenmesinde körlük, bilinçsizlik ve saldırganlık vardır. Kuduzda benzer semptomlar olsa da tetani yoktur.

Sağaltım
Mg ve Ca birlikte uygulanmalıdır. Bu amaçla %20-25 lik kalsiyum boroglukonat ve %3-5 lik magnezyum hiposülfit karışımından sığırlara 500cc koyunlara 50cc i.v. uygulanır. Mg ve Ca kalp ve dolaşım üzerine toksik etkili olduğu için kontrollü verilmelidir. Herhangi bir bozukluk meydana geldiğinde uygulamaya ara verilmeli sonra tekrar devam edilmelidir. Bu toksititeye karşı koruyucu olarak kafein uygulaması yapılabilir.

Etiketler: , , , ,

21 Kasım 2012 Çarşamba

Bakır Yetersizliği - Hypocuprose


BAKIR YETERSİZLİĞİ (Hypocuprose)

Etiyoloji:
Bakırın yetersizliğine sebep olan iki neden vardır.Birinci sebep rasyonda ki bakırın az olması,ikinci sebep ise rasyondaki bakır yeteri seviyede olmasına rağmen bakırın vücutta değerlendirilmesinin engellenmesidir. Rasyonda ki bakırın seviyesi,topraktaki bakırın seviyesiyle yakından ilgilidir.Bakırın rasyonda ki seviyesi normal olsa bile rasyon da bulunan molibden,kadmiyum gibi iz elementler bakırın vücutta değerlendirilmesini engeller.
Bakır yetersizliği türlere göre farklı isimler almakla birlikte farklı semptomlar gösterirler:

Sığırlarda Bakır Yetersizliği (Falling disease=Hypokuprosa) 

Hayvan sağlıklı görünmesine rağmen durup dururken,başını ileri uzatır,böğürür ve aniden yere yıkılır.olayların çoğunda ani ölümler görülür,ancak bazı hayvanlar,yere yatıp kısa bir süre hafifçe çabalar,aralıklarla böğürür ve kalkmak isterler,kalkabilirlerse koşma hareketleri yaparlar.

Koyunlarda Bakır Yetersizliği (Cupper Deficiency)

Koyunlardaki ilk belirti yünlerdeki anormal görüntüdür.Normal yünler gevşer,parlaklığını kaybeder,kıvrımları kaybolur,düzleşir,incelir,siyah renkli yünler,depigmentasyona uğrar,renkleri grileşir veya beyazlaşır.Yetersizliğin son döneminde anemi,ishal,tutuk yürüyüş ve fertilite bozuklukları ortaya çıkar.

Kuzularda Enzootik Ataksi ve Swayback 

Enzootik ataksi sadece süt emen kuzularda görülür.Şiddetli olaylarda kuzular hastalıklı olarak doğarlar,ancak çoğunlukla 1-12 aylık olduklarında hastalık belirtilerini göstermeye başlarlar.Genç kuzularda parezis şiddetlidir,yaş ilerledikçe parezis semptomunun şiddeti azalır.Ataksi semptomları ve gluteal kaslarında atrofi görülür.Ataksi durumunda hayvanların arka ayaklarında koordinasyon bozuklukları görülür.Hastalığın ilerlemesiyle arka ayak eklemleri bükülür ve hayvan oturur pozisyonda durur(köpek oturuşu).Ön ayaklar da etkilendiğinde kamburluk ortaya çıkar ve hayvan açlık ve kaşeksi sonucu ölüme sürüklenir.
Ayırıcı Tanı:
Hastalık kış dizanterisi,salmonellozis,koksidiyozis ve mukoza hastalığı ile karışabilir.Ancak sayılan bu hastalıklar akut seyirli olup,otopsilerinde farklı lezyonlar görülmektedir.
Sağaltım:
Sağaltım amacıyla 2-6 aylık danalara 4gr,erginlere 8-10gr bakır sülfat içirilir.Koyunlara haftada 1,5gr bakır sülfat verilmesi veya bakır sülfat solüsyonundan 50 ml oral yolla verilmesi yeterlidir.Kuzulara %15-25 ml peros uygulanmalıdır.
Bakır sülfattan başka,Bakır-Kalsiyum-Etilen-Diamin Tetraasetate (Ca-Cu EDTA),Bakır amino asetat veya bakır glisinat gibi bakır içeren bileşiklerin steril yağ içinde hazırlanmış solüsyonları sığır ve koyunlara s.c. enjekte edilebilir.Sayılan ilaçlardan herhangi birisinden sığırlara 400mg,koyunlara 150mg dozda tek enjeksiyon,hayvanları bakır yetersizliğine karşı bir yıl süreyle korumaktadır.

Etiketler: , , , ,

20 Kasım 2012 Salı

Diabet ve Oksidatif Stres


DİABET VE OKSİDATİF STRES

Diabette reaktif oksijen türlerinin rolü 1980’li yıllardan beri geniş çapta tartışılan bir konu olmuştur . Diabet ve diabet komplikasyonlarının reaktif oksijen türleri ile olan ilişkisini gösteren çalışmalarda, nonenzimatik glikasyon, enerji metabolizmasındaki değişikliklerden
kaynaklanan metabolik stres, sorbitol yol aktivitesi, hipoksi ve iskemi-reperfüzyon sonucu oluşan doku hasarının serbest radikal üretimini arttırdığı ve antioksidan savunma sistemini değiştirdiği vurgulanmaktadır.Süperoksit dismutaz, katalaz, glutatyon peroksidaz gibi antioksidan enzimlerin ekspresyonlarının ve antioksidan kapasitenin pankreas adacık hücrelerinde, karaciğer,böbrek, iskelet kası ve adipoz doku gibi diğer dokularla kıyaslandığında en düşük düzeyde olduğu bilinmektedir. Oksidatif strese en duyarlı yapılardan biri olduğu da bilinen beta hücrelerinde gözlenen hasarın,hipergliseminin toksik etkilerinden kaynaklandığı düşünülmektedir.
Hidrojen peroksidin, yüksek reaktiviteye sahip bir ROS ürünü olan OH. radikaline dönüşmesi sonrası insülin reseptör sinyal sistemi üzerinde etkili olduğu ve nsülintarafından reseptör aracılığı ile düzenlenen sinyal transdüksiyon yollarında anahtar bir rol oynayabileceği görüşü araştırmacıların savları arasında bulunmaktadır. Glikasyon aracılı serbest radikal üretiminin insülinin gen transkripsiyonunu azalttığını ve beta hücre
apoptozuna yol açtığını gösteren çalışmaların bulguları bu görüşü destekler niteliktedir .
T ve B lenfositlerin, makrofajlar gibi inflamatuvar hücrelerin beta hücrelerine toksik etkilerini de serbest radikaller aracılığıyla yaptığı düşünülmektedir .Diabet oluşturulan rat deney modellerinde oksidatif stres belirteçi olarak değerlendirilen 8-OHdG (8-hidroksi deoksiguanozin) düzeylerinde de artış gözlenmiştir. Serbest radikal oluşumunun hipergliseminin direkt sonucu olduğunu destekleyen çalışmaların yanı sıra endotel ve düz kas hücreleri yüksek konsantrasyonda glukoz içeren ortamda inkube edildiğinde de serbest radikal oluşumunun başladığı gözlenmiştir. Hiperglisemi ile oksidatif stres arasında yakın ilişki olduğu görüşü in vivo çalışmalar ile de desteklenmiştir. Deneysel hayvan çalışmalarında insanlardakine benzer diabet oluşturmak için kullanılan N- nitroso türevi Dglukozamin yapısındaki streptozotosin, oksidan maddeler meydana getirerek langerhans adacıklarını selektif olarak tahrip etmekte ve uygun olmayan NO cevapları vererek diabeti başlattığı düşünülmektedir.
oksidatif Stres

Hipergliseminin yanı sıra hipertrigliserideminin de diabetin komplikasyonları için bağımsız risk faktörü olduğu görüşü önem kazanmaktadır. Diabetik olguların plazma lipoproteinlerinde, eritrosit membran lipitlerinde ve çeşitli dokularında lipid peroksidasyonunun arttığı, yapılan çalışmalar sonucu görülmüştür. Bu artışın daha fazla enzimatik (araşidonikasit yolu) ya da nonenzimatik lipid peroksidasyonundan mı kaynaklandığı bilinmemektedir. Lipid peroksidasyonu, hem yaygın vasküler inflamasyon sonucu aktifleşen lipooksijenaz yolu ile prostoglandinlerden, hem de serbest radikaller ve geçiş metallerinin etkisi ile endotelyal ve fagositik hücrelertin membranlarında bulunan lipidlerden, nonenzimatik yolla oluşmaktadır. Daha sonra her iki yola ait ürünlerin, karşılıklı olarakbirbirlerini aktive ederek, lipid peroksidasyonunu artırdıkları bildirilmiştir.
Yapılan epidemiyolojik çalışmalar, plazma lipid peroksidlerindeki artışın, diabetten çok, vasküler hastalığın kendisi ve hipertrigliseridemi ile ilişkili olduğunu
göstermektedir. Yine araştırmacıların bulguları, vasküler komplikasyonları
olan diabetik hastalarda, hem LDL’nin oksidasyonunda hem de nonenzimatik glikasyonunda, hiperglisemiye bağlı artışlar olduğunu göstermektedir. Diabetik
olgularda, lipidlere ilave olarak protein oksidasyonu da artmaktadır. Özelikle kollajen, elastin ve myelin kılıfındaki ekstrasellüler proteinlerin oksidasyonu sonucu;
lens, damar, bazal membran gibi dokularda katarakt, mikroanjiyopati, ateroskleroz ve nefropati gibi diabetik komplikasyonlar gelişmektedir. Hiperglisemi Aracılı ROS üretimi başlıca üç mekanizma ile açıklanmaktadır.


Etiketler: , , ,

19 Kasım 2012 Pazartesi

SERBEST RADİKALLER


SERBEST RADİKALLER

Serbest radikaller için birçok tanım yapılmasına rağmen otoritelerin üzerinde birleştiği tanım; bir serbest radikalin moleküler ya da atomik yörüngesinde bulunan ve genelde
çok reaktif olan çiftleşmemiş elektron bulunduran bir kimyasal ürün olduğu şeklindedir . Atomlardaki elektronlar yörünge olarak bilinen boşluklarda hareket
ederler. Her yörüngede birbirine zıt yönde hareket eden
en fazla iki elektron bulunur. Bir serbest radikal 3 yolla ortaya çıkabilir :

1. Kovalent bağ taşıyan normal bir molekülün homolitik yıkımı sonucu oluşurlar (Bölünme sonrası her bir parçada ortak elektronlardan biri kalır). X : Y 􀁭 X . + Y . 2. Normal bir molekülden tek bir elektronun kaybı ya da bir molekülün heterolitik olarak bölünmesi ile oluşurlar. Heterolitik bölünmede kovalent bağı oluşturan her iki elektron, atomlardan birisinde kalır. X : Y 􀁭 X - + Y + 3. Normal bir moleküle tek bir elektronun eklenmesi ile
oluşurlar. A + e - 􀁭 A . (+,-) Serbest radikaller, pozitif yüklü, negatif yüklü ya da
nötral olabilirler. Biyolojik sistemlerde en fazla elektron transferi ile oluşurlar .
Her ne kadar serbest radikal reaksiyonları, bağışıklık sistemi hücrelerinden nötrofil,  makrofaj gibi hücrelerin savunma mekanizması için gerekli olsa da, serbest radikallerin
fazla üretimi doku hasarı ve hücre ölümü ile sonuçlanmaktadır.
Serbest radikaller hücrelerin lipid, protein, DNA, karbohidratlar gibi tüm önemli bileşiklerine etki ederler ve de yapılarının bozulmalarına neden olurlar. Biyolojik sistemlerdeki reaktif oksijen türleri (ROS), süperoksit anyonu(2O2.-), hidroksil radikali (HO.), nitrik oksit (NO.),peroksil radikali (ROO.), ve radikal olmayan hidrojen peroksit (H2O2) gibi serbest radikaller oksidatif stresin en önemli nedenlerinden birini oluştururlar .
Serbest radikal zincir reaksiyonları genellikle, moleküllerden H.’nın uzaklaştırılmasıyla başlar. Lipid peroksidasyonu serbest radikal zincir reaksiyonu için iyi bir örnektir
(doymamış yağ asitlerinin hücre membranlarında ve lipoproteinlerdeki oksidasyonu). Bu reaksiyonun özellikle aterosklerozun gelişiminde çok önemli olduğu araştırıcıların savları arasında bulunmaktadır .
Mitokondriyal elektron transport zincirinde oksijenin tamamlanmamış redüksiyonu, sigara içimi, radyasyon gibi çeşitli faktörler oksidatif strese neden olabilirler

Etiketler: , , ,

17 Kasım 2012 Cumartesi

Gıdalarda Antibiyotik Kalıntıları



Gıda maddelerindeki ilaç kalıntıları
           -Tüketici sağlığını ve refahını
           -Ülke ekonomisini ilgilendiren
           -Uluslar arası boyutu olan bir husustur
İlaç kullanıldığı sürece,hayvansal kaynaklı gıdalarda ilaç kalıntıları bulunacaktır;önemli olan kalıntıların sıklığını ve düzeyini kontrol altında tutmaktır.
Gıdalarda bulunmasına izin verilen miktarın üzerindeki kalıntılar toksikolojik yönden tüketiciler için tehlike oluşturular.
Hayvanlarda ilaç kullanımı söz konusu olduğu sürece bunlardan sağlanan et, süt, yumurta, bal gibi besin maddelerinde ilaç kalıntısının bulunması da kaçınılmazdır.
Besin değeri olan hayvanlarda hastalıkların tedavisi, önlenmesi ve kontrolü ile gelişmenin hızlandırılması, yemden yararlanmanın artırılması amaçlarıyla hayvanlara uygulanan ilaç ve benzeri yetiştiricilik ürünlerinin kullanılmalarından sonra, hayvanların doku ve organlarında biriken kimyasal maddelerin hepsine birden kalıntı adı verilir. Çağdaş ülkeler kalıntıların üstesinden gelmek için oldukça sıkı önlemler almakta, ancak ne yaparlarsa yapsınlar sorunu tümden yok edememekte yalnızca azaltabilmektedirler. 
Ülkemizde Tarım ve Köyişleri Bakanlığından ruhsatlı yaklaşık 1200 civarında veteriner ilacı bulunmakta ve bunlardan aşağı-yukarı 500 tanesinin sahada kullanıldığı belirtilmektedir. Ayrıca hayvanın yemleriyle, sularıyla birlikte ağızdan ya da çevresinden (solunum ya da deri yoluyla) aldığı bazı zirai mücadele ilaçları, ağır metaller (kurşun, krom, cıva, kadmiyum gibi) ve benzeri kirlilikler (dioksin gibi) de yenilebilir dokularında birikerek kalıntı sorunlarına yol açabilirler.  Bu kadar fazla sayıdaki ilaç ve kirlilik çeşidinin yaygın bir şekilde kullanılması, doğal olarak besin değeri olan hayvanlarda kimyasal madde kalıntısı problemini de beraberinde getirmektedir. Hayvanlarda ilaç kullanımı söz konusu olduğu sürece bunlardan sağlanan et, süt, yumurta, bal gibi besin maddelerinde ilaç kalıntısının bulunması da kaçınılmazdır. 
 
Yalnız burada bütün kalıntıların insan sağlığına zararlı olabileceğini söylemek doğru olmaz. Çünkü her maddenin bir etkisiz düzeyi ya da kabul edilebilir günlük alım miktarı vardır. İnsan ve hayvanlar tarafından tüketilen gıda ve yemlerde bulunmasına izin verilen en yüksek kalıntı miktarı tolerans düzeyi olarak adlandırılır. Karaciğer, böbrek, dalak, süt gibi hayvansal dokular için ayrı ayrı belirlenen tolerans düzeyi, insanlara yönelik risk değerlendirmesi ve gıda güvenliğinin sağlanmasına temel oluşturur ve yasal bir niteliğe de  sahiptir. Ülkemizde 16.11.1997 tarihli Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren Türk Gıda Kodeksi Yönetmeliğinde hemen hemen bütün veteriner  ilaçlarının hayvansal besinlerde bulunmasına izin verilen tolerans düzeyleri mevcuttur. 
 
Kalıntıların Sebepleri
1.İlacın Vücuttan Arınma Süresine Uyulmaması
2.İlaçla İlgili Sebepler
3.Kullanım Sorumluluğu
4.Hastalık Hali
KALINTILARIN YOL AÇABİLECEĞİ ETKİLER
1.İlaç Alerjisi
3.Karsinojenik-Teratojenik-Mutajenik Etki
4.Cinsiyet Özelliklerinde Değişme
5.Dirençli Bakteri Suşlarının Ortaya Çıkması-Gıda Zehirlenmeleri
6.Tüketicilerde Sindirim Sistemi Bozuklukları

Etiketler: , , , ,

9 Kasım 2012 Cuma

Buzağıda Göbek Fıtığı Umbilicalis Hernalis



Atamızı Saygıyla Anıyoruz...




Atamızı Saygıyla Anıyoruz...

"BENİM NÂCİZ VÜCÛDUM ELBET BİR GÜN TOPRAK OLACAKTIR;
FAKAT, TÜRKİYE CUMHURİYETİ İLELEBET PAYİDAR KALACAKTIR"
MUSTAFA KEMAL ATATÜRK